İdea Yayınevi /Tinin Görüngübilimi
 
Yorumlar 3
 

HEGEL ÜZERİNE YORUMLAR – KARL MARX
AZİZ YARDIMLI

Marxizm çalışan insanı zincirlerinden başka yitirecek hiçbirşeyi olmayan köle olarak görür, kişi olarak, özne olarak, ve yurttaş olarak değil. Marxizm için hak ve özgürlüğünün bilincinde olan, bir istenci olan Yurttaş kavramı bir aldatmacadır. Burjuva Yurttaş değil ama kapitalisttir. Buna göre Yurttaş Toplumu yoktur, Kapitalist Toplum vardır. Özgürlük, İstenç, Duyunç kavramları "boş birer metafiziktir," çünkü özdeksel değil ama tinseldirler. Tinselin varoluşunu, gerçek olduğunu doğrulamak materyalist Marxizmi revize etmek, aslında bozmak olacaktır. Böylece Marxizm yalnızca aldatılmaya yetenekli istençsiz insanlık adına kurtarıcılık sorumluluğunu üstlenir. Marxizm aldatılmaz çünkü yanılmaz önderler tarafından insanlık adına üretilen biricik doğru, aslında bilimsel öğretidir.


Kuzey Kore'nin gece görünüşü. 24 milyon nüfusu olan Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti İşçi Partisi tarafından yönetilmektedir. Üretim araçlarının devlete ait olduğu Kuzey Kore'de 1994-98'de kıtlık yaşanmıştır. Bugün de kendini besleyecek üretimi yapma gücünden yoksun olan Kuzey Kore 1972'de Anayasasından Komünizm terimini çıkarmıştır. Bu enteresan kültür korku, gözyaşları, açlık, kişiye tapınma, insanlığa karşı benzersiz suçlar, nükleer silahlanma, sevgili önder, hanedan gibi terimler ile tanımlanır..

Marxizme göre yurttaş toplumu içerdiği çelişkilerden ötürü üretici güçlerin gelişimini engeller. Çünkü altyapı üstyapıyı belirlediği için yurttaş toplumunda (ya da burjuva toplumda) egemen güç yurttaşın istenci değil ama kapitaldir. Kapital kâr dürtüsü ile üretici güçlerin gelişimini engeller çünkü kâr üretim sürecine giren emek oranının yüksekliği ile doğru orantılı olarak artar, otomasyon ile orantılı olarak azalır.


Kuzey Koreliler Kim Il-Sung (solda) ve Kim Jong Il'in
heykellerine boyun eğiyorlar.


1. Karl Marx ve Felsefe

(Karl Marx ‘‘hemen hemen otuz yıl’’ sonra, 1873’te, Das Kapital’in 2’nci Almanca yayımına Arkasözde — aşağıda görülebileceği gibi —  bu 1844 Elyazmaları’nın bütün tonunu bir kez daha doğrular.)

"Hegel’de çifte bir yanılgı vardır.

"Birincisi en açık olarak Görüngübilim’de, Hegel felsefesinin doğum yerinde ortaya çıkar. Örneğin, gönenç, devlet-erki vb. Hegel tarafından insandan yabancılaşmış kendilikler olarak anlaşıldıklarında, bu ancak onların düşünceler olarak biçimlerinde olur. Bunlar düşünce-şeylerdir ve öyleyse yalnızcaarı, e.d. soyut, felsefi düşünmenin bir yabancılaşmasıdırlar. Bütün süreç öyleyse saltık bilgi ile sonlanır. Tam olarak soyut düşüncedendir ki bu nesneler yabancılaşır ve olgusallık savları ile onunla karşı karşıya dururlar." (1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları; 'Genel Olarak Hegel Felsefesinin Eleştirisi.')

||XII| There is a double error in Hegel.

The first emerges most clearly in the Phänomenologie, the birth-place of the Hegelian philosophy. When, for instance, wealth, state-power, etc., are understood by Hegel as entities estranged from the human being, this only happens in their form as thoughts. They are thought-entities, and therefore merely an estrangement of pure, i.e., abstract, philosophical thinking. The whole process therefore ends with absolute knowledge. It is precisely abstract thought from which these objects are estranged and which they confront with their presumption of reality.

(KAYNAK: Economic and Philosophical Manuscripts of 1844; Critique of Hegel’s Philosophy in General.)

Karl Marx haklıdır. Gönenç, devlet gücü vb. hiç kuşkusuz düşünce biçimleridirler, çünkü düşünülürler, ve felsefe, genel olarak bilginin kendisi insanın bilincinde, düşüncesinde varolan birşeydir. Ve düşünce korkulması gereken birşey değildir. Gerçekten de doğal bilinç ancak bu kavramları salt dışsal nesneler olarak değil ama düşünceler olarak gördüğü zaman felsefenin toprağına girer. Düşünülenin öznede olduğunu, salt düşünüldüğü için düşünce olduğunu kavramak felsefenin ilk dersi olmalıdır. Bilinç özne ya da öznel dediğimiz şeydir. Ama birşey — en azından Klasik Felsefenin bakış açısından — salt bilinçte olduğu için bilincin dışındaki nesnel varoluşunu yitirmek zorunda değildir. Sorun bilincin bu gerçekliğe, kendinde nesneye, gerçek nesneye eşit olabilmesidir.

Karl Marx’ın ‘‘yabancılaşmış kendilikler’’ dediği şey insan düşüncelerinin, kavramlarının kendileridir. Düşüncenin insana yabancı olduğunu değil, onun en iç özü olduğunu, onu hayvandan ayıran birincil etmen olduğunu görmek güç olmamalıdır. Karl Marx Hegel’in felsefesinde gönenç, devlet-erki vb. gibi kavramların, genel olarak Kavramın — örneğin Kant’ın öznelciliğinin tersine — nesnel göndermeleri olduğunu, Varlık ile birliğini anlamamıştır. Yine, insan bilincinde değil ama dışsal olgusallıkta oldukları gibi alındıklarında, bu ‘‘yabancılaşmış kendilikler’’in özleri — Hegel’in kendisi tarafından da gereğinden öte vurgulandığı gibi — nesnel düşünce-belirlenimleridir ve bu öz onları insan için yabancı olmanın tam tersi yapan şeydir. Bu evrensel özlerinden soyutlandıklarında nesnelerin ne olduklarını söyleyemeyiz. Karl Marx’ın bu yalın felsefi (= düşünsel) gerçekleri anlamasını engelleyen şey onları ‘özdeksel’ şeyler olarak düşünmede ve yalnızca Özdeğin var olduğunu düşünmede diretmiş olmasıdır. Oysa tinsel şeyler de vardır, tıpkı doğal şeyler gibi; ama her iki alana da yokluk eşlik eder, ve tüm doğal ve tinsel şeyler Oluş sürecindedirler, sonludurlar. Yalnızca Us (ya da Logos, Nous) soyut olarak vardır. Varlık salt kendinde görüldüğünde, Yokluktan da dışlandığında, hiç kuşkusuz diyalektik olmayan, analitik olan bir soyutlamadır. Varlığı fizikselleştirmek, tinselleştirmek doğal bilince özgüdür, kurgul, somut düşünceye değil.

"Geçici olarak şu kadarını önceden söyleyelim: Hegel’in duruş noktası modern ekonomi politiğin duruş noktasıdır. Emeği insanın özü olarak kavrar." Let us provisionally say just this much in advance: Hegel’s standpoint is that of modern political economy. He grasps labour as the essence of man.

(KAYNAK: aynı yer.)

Marx’ın Hegel ‘‘Emeği insanın özü olarak kavrar’’ sözleri Hegel’i Marxizm ile ilişkilendirme eğilimini güdülemiş ve belki de kimilerinin gözünde ciddi olarak aklamış olabilir. Emek kavramı hiç kuşkusuz Hegel’in Tüze Felsefesi’nde bütün dizgenin bir momenti, ama, tüm başka kavramlar gibi, yalnızca bir momentidir. Birincil değildir.

Hegel Emeğin insanın gelişimi açısından öneminden hiç kuşkusuz söz eder, örneğin Tinin Görüngübilimi’nde Efendi-Köle ilişkisi üzerine olan bölümden ayrı olarak § 11’de şunları belirtir: ‘‘Tin şimdiye değin içinde varolduğu ve imgelediği dünya ile bozuşmuştur ve onu geçmişe gömme düşüncesini taşımaktadır: Bundan böyle kendi dönüşümünün emeği içindedir.’’ Bu tümcenin öznesi ‘Tin’dir. (Bkz ayrıca § 19, ‘‘olumsuzun Emeği’’; ve § 27, 29.) Yine Tinin Görüngübilimi’ne Önsöz’de (§ 70) ‘‘Kavramın emeği’’ :: ‘‘der Arbeit des Begriffs’’ gibi bir anlatım kullanılmış bile olsa, bu da ‘kurgul’ ve dolayısıyla materyalizm için ‘gizemsel bir yanılsamadır,’ ve emeğin ‘bedensel emek’ olması gerektiği düşüncesi ideoloji için kışkırtıcı, olanaklı, giderek mantıklıdır — ama ancak ve ancak herşeyin özdeksel olduğu ve başka hiçbirşeyin olmadığı öncülü üzerine. Eğer bir yorum denebilirse, Marx’ın bu önermesi Sartre, Kojeve, Hyppolite, Marcuse gibi yazarlar tarafından eksiksiz olarak ciddiye alınmıştır. (Ayrıntılı bir irdeleme için bkz. ‘Hegel’s Master-Slave Dialectic and a Myth of Marxology’.)

Marxizm "proleterya" dediği insanlardan önce Yurttaşlık karakterini, özgürlüklerini, insanlıklarını alır. Onları düşünmeyen, istençsiz, duyunçsuz altyapı belirlenimleri olarak, "materyal" nesneler olarak, yalnızca "zincirleri" olan köleler olarak görür.

 

2. Karl Marx’a Göre Feuerbach’ın Büyük Başarısı

"Feuerbach’ın büyük başarısı şudur:

"(1) Felsefenin düşünceye çevrilmiş ve düşünce tarafından açımlanmış dinden başka birşey olmadığının, e.d. insanın özünün yabancılaşmasının bir başka varoluş biçimi ve tarzı olduğunun tanıtı;

"(2) "İnsanın insan ile" toplumsal ilişkisini kuramın temel ilkesi yaparak gerçek materyalizmin ve gerçek bilimi kurulması;

"(3) Olumsuzlamanın olumsuzlamasına karşı çıkması, ki bu saltık olumlu olduğunu, olumlu olarak kendisi üzerine dayalı ‘kendini-destekleyen’ olumlu olduğunu ileri sürer."

...

"Feuerbach böyece olumsuzlamanın olumsuzlamasını yalnızca felsefenin kendisi ile bir çelişkisi olarak, tanrıbilimi (aşkın, vb.) onu yadsıdıktan sonra doğrulayan ve böylece onu kendisi ile karşıtlık içinde doğrulayan felsefe olarak kavrar."

||XII| Feuerbach’s great achievement is:

(1) The proof that philosophy is nothing else but religion rendered into thought and expounded by thought, i.e., another form and manner of existence of the estrangement of the essence of man; hence equally to be condemned;

(2) The establishment of true materialism and of real science,by making the social relationship of “man to man” the basic principle of the theory;

(3) His opposing of the negation of the negation, which claims to be the absolute positive, the self-supporting positive, positively based on itself.

...

Feuerbach thus conceives the negation of the negation only as a contradiction of philosophy with itself – as the philosophy which affirms theology (the transcendent, etc.) after having denied it, and which it therefore affirms in opposition to itself.


KAYNAK: Economic and Philosophical Manuscripts of 1844; Critique of Hegel’s Philosophy in General

Feuerbach’ın görüşünde Hegel insan varoluşunun gerçek öznesini tersine çevirmiş, salt ideal olanı olgusal ve olgusal olanı bir görüngü yapmıştır. Feuerbach’a göre, Hegel’in mantığının özü aşkınsal düşünmedir ve Hegel insanın düşünmesini insanın dışına koyar.

 
3. Hegel’de Devlet vb. Tinsel Kendiliklerdir.

"... [Hegel için] duyu, din, devlet erki vb. tinsel kendiliklerdir; çünkü yalnızca tin insanın gerçek özüdür, ve tinin gerçek biçimi düşünen, tanrıbilimsel, kurgul tindir.

"Doğanın ve tarih tarafından yaratılan doğanın — insanın ürünlerinin — insansal karakteri soyut tinin ürünleri olma biçiminde ve böyle olarak öyleyse tinin evreleri, düşünce-şeyler biçiminde görünür. Phänomenologie öyleyse gizli, gizemselleştirici ve henüz belirsiz bir eleştiridir."

||XVIII| "... that sense, religion, state power, etc., are spiritualentities; for only mind is the true essence of man, and the true form of mind is thinking mind, theological, speculative mind.

"The human character of nature and of the nature created by history – man’s products – appears in the form that they areproducts of abstract mind and as such, therefore, phases ofmind – thought-entities. The Phänomenologie is, therefore, a hidden, mystifying and still uncertain criticism ..."


KAYNAK: Economic and Philosophical Manuscripts of 1844; Critique of Hegel’s Philosophy in General

Karl Marx "Duyu, Din, Devlet" gibi kavramların tinsel olduklarını kabul etmez ve Hegel’i böyle bir yanlışlığa düşmekle suçlar. Burada da açıkta yatan şey özdekçiliğin düşünceyi yokluk olarak, olmayan birşey olarak görmesidir. Hegel’den beklenen şey büyük olasılıkla böyle Devlet, Yasa, Din vb. gibi tinselliklerin ‘özdeksel’ olduklarını tanıtlamasıydı.

‘‘Tarih tarafından yaratılan doğanın’’ ya da Kültürün ‘‘insan ürünü’’ olduğu genellikle düşünen herkes tarafından kabul edilir. Karl Marx buna hayret etmekle kalmaz, ama Hegel’de özdeksel ‘‘Doğanın’’ kendisinin ‘‘soyut tinin ürünü’’ olduğunu da okur. Böyle okunduğunda Phänomenologie hiç kuşkusuz gizemselleştirici olur. Ama açıktır ki, gizemselleştirici olan şey Phänomenologie değil, Hegel’in özdekçi okunuşudur.

 
4. Karl Marx’ın Kişiye Özel Diyalektik Yöntemi Solipsizmde Sonuçlanır.
"Benim diyalektik yöntemim Hegel’in yönteminden yalnızca ayrı olmakla kalmaz, onun doğrudan karşıtıdır. Hegel için, insan beyninin yaşam-süreci, e.d. düşünme süreci — ki Hegel "İdea" adı altında onu giderek bağımsız bir özneye dönüştürür — reel dünyanın demiurgesidir, ve reel dünya yalnızca "İdea"nın dışsal, fenomenal biçimidir. Benim için, tersine, ideal dünya insan anlığı tarafından düşünülen ve düşünce biçimlerine çevrilen özdeksel dünyadan başka birşey değildir."

"Hegel diyalektiğinin gizemselleştirici yanını hemen hemen otuz yıl yönce, henüz moda olduğu bir zamanda eleştirdim. ... Diyalektiğin Hegel’in ellerinde uğradığı gizemselleştirme hiçbir biçimde onu diyalektiğin genel işleyiş biçimini kapsamlı ve bilinçli bir yolda sunan ilk [düşünür] olmasının önüne geçmez. Onda diyalektik başının üzerinde durur. Eğer gizemli kabuğun içerisindeki ussal çekirdeği keşfedecekseniz, yeniden doğru yan üzerine döndürülmelidir."

"Gizemselleştirilmiş biçiminde, diyalektik Almanya’da moda oldu, çünkü şeylerin varolan durumunu yükseltiyor ve yüceltiyor görünüyordu. ..."

My dialectic method is not only different from the Hegelian, but is its direct opposite. To Hegel, the life-process of the human brain, i.e., the process of thinking, which, under the name of “the Idea,” he even transforms into an independent subject, is the demiurgos of the real world, and the real world is only the external, phenomenal form of “the Idea.” With me, on the contrary, the ideal is nothing else than the material world reflected by the human mind, and translated into forms of thought.

The mystifying side of Hegelian dialectic I criticised nearly thirty years ago, at a time when it was still the fashion. ... The mystification which dialectic suffers in Hegel’s hands, by no means prevents him from being the first to present its general form of working in a comprehensive and conscious manner. With him it is standing on its head. It must be turned right side up again, if you would discover the rational kernel within the mystical shell.

In its mystified form, dialectic became the fashion in Germany, because it seemed to transfigure and to glorify the existing state of things. ...


KAYNAK: Capital, Volume One, 1873. Afterword to the Second German Edition

Karl Marx’ın kariyerinin doruk noktasında kaleminden çıkan ‘‘İdeal dünya insan anlığı tarafından düşünülen ve düşünce biçimlerine çevrilen özdeksel dünyadan başka birşey değildir’’ sözleri John Locke’un tabula rasa görüşünün bir yinelemesini anımsatır. Ya da, belki de daha iyisi, ‘‘düşünce biçimlerine çevrilme’’ hemen hemen sözel olarak David Hume’un insan anlığında duyu-izlenimlerinin nasıl sönük idealara (faint ideas) dönüştüğünü anlatan görgücü bilgikuramının bir eşlemidir. Bir materyalist düşünür durumunda düşüncelerin a priori kabul edilmesini bekleyemeyiz. Marx için ideal-düşünsel dünya ‘‘özdeksel dünyanın’’ düşünce biçimlerine çevrilmesidir — bu ‘‘özdeksel dünya’’ her nasılsa ‘‘duyu, din, devlet-erki vb.’’ gibi özdeksel-olmayan tinsel kendilikleri de kapsamak üzere.

İronik olarak, özdekçilik de genel olarak tüm görgücülük türevleri gibi solipsizmde sonlanır: İnsan bilincinde yansımasını bulan dışsal olsa da, bu yansıma ya da izdüşüm salt insan öznede olan birşeydir, ‘‘ideal dünyadır,’’ dışsal olandan ayrıdır, ve böyle kökeninden ayrımlaşmış olarak öznel düşünce hiçbir zaman Benin dışına çıkamaz. Görgücülük hiçbir zaman bu türevselin varolan dünya ile, dışsal realite ile bir olduğunu tanıtlayabilmiş değildir. Marx’ın diyalektiği — ki dışsal, özdeksel olanı birincil yapar ve düşünce ikincildir, ve Hegel’in diyalektiği ile yalnızca adda bir benzerliği vardır — tam olarak Berkeley, Hume vb. biçeminde bir öznel idealizmde, bir solipsizmde demir atar ve Marx’ın Kavramın doğası konusundaki yanılgısı bu vargıyı çıkarsamasını ve anlamasını olanaksız kılar.

Hegel’in düşüncesi özsel olarak kurguldur ve Marx için gizemselleştirici görünen özsel olarak onun düşüncesinin bu kurgul doğasıdır. Hegel Ansiklopedi’de (§ 82 Ek) gizemselin Anlağın kurgul olanı anlama biçimi olduğunu söyler. ‘‘Burada belirtilmesi gereken ilk nokta gizemselin hiç kuşkusuz giz dolu olduğu, ama bunun gene de yalnızca anlak için böyle olduğudur — yalnızca soyut özdeşliğin anlağın ilkesi olması gibi yalın bir nedenle; oysa gizemsel (Kurgul ile eşanlamlı olarak) anlağın yalnızca ayrılık ve karşıtlıkları içinde gerçek saydığı belirlenimlerin somut birliğidir.’’

Diyalektiğin ayakları üzerine oturtulması Marx’ın sözlerinde doğrudan doğruya onun görgül bir temele oturtulmasıdır.

Görgücülüğün Özdekçiliğe götürmesi görücülükte bilginin kaynağı olduğu ileri sürülen duyusal deneyimin en sonunda duyusal öğe yoluya özdeğin kendisine bağlı olması olgusuna dayanır. Özdekçilik özdeği bir kavram olarak değil ama duyum olarak görür. Ama duyum özneldir (renk, sertlik vb.).

‘‘Görgücülük için genel olarak dışsal olan gerçektir; ve gerçi bir duyulurüstüne izin verilse de, gene de bunun bir bilgisi söz konusu olamaz, tersine yalnızca algı alanına girene sarılmak gerekir. Ama sonuna dek götürüldüğünde bu ilke yakın zamanlarda Özdekçilik olarak adlandırılmış olan görüşe varır.’’ (Ansiklopedi, § 38, Ek.)

Bir aktarma: 
(’‘[İnsan] beyni ona basılan her izi kabul edecek bir balmumundan başka birşey değildir’’ :: “his brain is nothing but wax to receive the imprint of every impression made in it” (Holbach according to Plekhanov, aktaran Lukacs).

Öte yandan, Kavramların duyusal-deneyimden türediklerini ileri sürmek gene de en azından bu ikisi arasında bir bağıntının algılandığını gösterir ve görgücülüğü deneyimi kavramın kökeni olarak görmeye götüren şey bu özünlü bağıntıdır. Bu durumda sorun bir bakıma bir yön sorunuymuş gibi görünebilir, ve gerçekten de örneğin ilkin Descartes’ta ve sonra daha vurgulu olarak Kant’ta deneyimin duyusal gerece kavramların bir uygulamasından başka birşey olmadığı görüşünü buluruz. Deneyim kavramsız olamaz, ve giderek ‘deneyim’ sözcüğünün kendisi bile bir sözcük olmadan önce kavramdır. Bunlar mantıksal olarak yalın ve kolay anlaşılır şeylerdir. Bu yalınlığı anlayamamak bir anlama yeteneksizliği değil ama dikkafalılıktır. Us kendinde her insan beyninde işleyen yanılmazbir yetidir. Ama her felsefecinin henüz onu yanılmaz nesnelliği içinde özgür bırakacak bir Özgürlüğe ve Erdeme ulaştığı söylenemez.

 
İdea Yayınevi 2014 / iletisim@ideayayinevi.com